650 Yıllık Kehanet: Erdogan ve masumiyetine veda
Unutmanın Siyaseti: İbn Haldun'un Gözünden Modern Türkiye'nin Trajik Dönüşümü
"İnsanlar, iktidarla birlikte değişir. Bu değişimi kendi iradeleriyle değil, iktidarın doğasıyla yaşarlar. Ve bir gün, aynaya baktıklarında kendilerini tanıyamazlar."
— İbn Haldun, Mukaddime
Bir Aynaya Bakmak Gibi
2002 yılının kasım ayında, Anadolu'nun tozlu yollarından İstanbul'un mermer koridorlarına uzanan bir yolculuk başladı. Bu sadece siyasal bir değişim değildi; bu, bir ruhun dönüşüm hikayesiydi. Veliyyüddin Abdurrahman İbn Haldun'un 650 yıl önce Kale-i Beni Selame'de kaleme aldığı satırlar, sanki bu hikayeyi anlatmak için yazılmış gibiydi.
İbn Haldun, devletlerin nasıl doğduğunu, nasıl büyüdüğünü ve nasıl öldüğünü anlatan bir bilim insanıydı. Ama o aynı zamanda, insan ruhunun iktidarla nasıl değiştiğini gören bir gözlemciydi de. Onun "asabiye" teorisi, sadece sosyolojik bir kavram değil; aynı zamanda toplumsal ruhlarda yaşanan derin dönüşümlerin anatomisidir.
Bu makale, o dönüşümün hikayesini anlatıyor. Ama bu sadece AKP'nin hikayesi değil; bu, iktidarın insan ruhunda yarattığı değişimin evrensel hikayesidir. Bu, unutmanın siyasetidir.
Bölüm I: İçimizdeki Asabiye - Bir Kimliğin Anatomisi
Başlangıçtaki O Saf Öfke
2000'li yılların başında Türkiye'de yaşayan bir duygusal deprem vardı. Bu deprem, sadece siyasal değil, varoluşsal boyutlara sahipti. Milyonlarca insan, kendini "yok sayılan" hissediyordu. Bu sadece iktisadi dışlanma değildi; bu, varoluşsal bir inkar deneyimiydi.
İbn Haldun bu durumu "asabiye" kavramıyla açıklar. Asabiye, sözlük anlamıyla "sinirlilik" demektir ama İbn Haldun'un elinde çok daha derin bir anlam kazanır. O, asabiyeyi "ortak acının yarattığı ortak güç" olarak tanımlar. Ve 2002'deki Türkiye'de, böyle bir asabiye vardı.
Mağduriyetin Coğrafyası:
Anadolu'nun her köşesinden gelen hikayeler aynıydı. Başörtülü genç kızlar üniversite kapılarında duruyordu. İmam Hatipli gençler geleceksizlikle karşı karşıyaydı. Dindar iş adamları "sistem" tarafından dışlanıyordu. Bu hikayeler, sadece bireysel acılar değildi; bunlar, kolektif bir travmanın parçalarıydı.
Erdoğan, bu acıları yaşamış biriydi. Kasımpaşa'nın dar sokaklarında büyümüş, İmam Hatip'te okumuş, futbol oynarken hayal kurmuş, şiir okuduğu için hapse girmiş biriydi. O, bu asabiyenin sadece temsilcisi değil, aynı zamanda ürünüydü de.
İbn Haldun'un Gözünden:
"Güçlü asabiyeye sahip grup, zayıf asabiyeli gruba karşı mutlaka galip gelir" der İbn Haldun. 2002'de olan tam da buydu. Bir yanda güçlü mağduriyet bilinci, ortak acı ve kolektif umutla birleşmiş milyonlar vardı. Diğer yanda ise yorgun, bölünmüş, kendi aralarında kavga eden, halktan kopmuş bir elit vardı.
Bu sadece sayısal bir üstünlük değildi. Bu, ruhtaki gücün maddi güce karşı zaferi idi. İbn Haldun'un deyimiyle, "bedevi" ruhun "hazeri" yaşama karşı isyanıydı.
Üç Kaynaktan Beslenen Bir Nehir
İbn Haldun, asabiyenin üç kaynaktan beslendiğini söyler: kan bağı, din ve ortak çıkar. AKP'nin asabiyesi, bu üç kaynağı da içeren nadir bir örnekti.
Nesep Asabiyesi - "Anadolu'nun Çocukları":
"Anadolu" kelimesi, coğrafi bir kavram olmaktan çıkıp kimliksel bir sığınak haline gelmişti. Bu sadece doğum yeri değildi; bu, bir yaşam tarzı, bir değerler sistemi, bir dünya görüşüydü.
Anadolu'lu olmak, şehirli olmayanın göğsünü kabartması demekti. Taşralı olmak, artık aşağılık kaynağı değil, övünç kaynağıydı. İstanbul'un soğukluğuna karşı Konya'nın sıcaklığı, Ankara'nın mesafesine karşı Erzurum'un samimiyeti vardı.
Bu nesep asabiyesi, sadece geçmişe değil geleceğe de yönelikti. "Bizim çocuklarımız da yaşasın", "Bizim de hakkımız var", "Artık bizim zamanımız" duyguları, sadece siyasal değil, nesiller arası bir adalet arayışıydı.
Din Asabiyesi - Yaşanan İnanç:
İbn Haldun, "Din asabiyesi, nesep asabiyesinden daha güçlüdür" der. AKP'de bu teorinin en güzel örneğini görürüz. Din, burada sadece ibadet değil, aynı zamanda kimlik, yaşam tarzı ve dünya görüşüydü.
28 Şubat süreci, bu dini asabiyeyi kristalleştiren travmatik deneyim olmuştu. Başörtülü kadınlar için bu, sadece örtü meselesi değildi; bu, varlık-yokluk meselesiydi. İmam Hatip öğrencileri için bu, sadece eğitim sorunu değildi; bu, gelecekten mahrum bırakılma acısıydı.
Ve bu acı, sadece bireysel değildi. Bu, aileler boyunca yaşanan, nesiller boyu aktarılan, toplumsallaşmış bir acıydı. Anneler kızlarına başörtüsü konusunda yaşadıkları dramları anlatıyordu. Babalar oğullarına İmam Hatip'te yaşadıkları aşağılanmaları aktarıyordu.
Vela Asabiyesi - Ortak Çıkarların Gücü:
Üçüncü asabiye kaynağı, ortak çıkarlardı. Anadolu sermayesi, İstanbul finansının hegemonyasına karşı alternatif yaratma arzusundaydı. Küçük esnaf, büyük tekellerin ezici gücüne karşı nefes alma ihtiyacındaydı.
Bu sadece ekonomik değildi. Bu, sosyal prestij, kültürel tanınma, siyasal temsil talebiydi. "Bizim de işadamlarımız olsun", "Bizim de medyamız olsun", "Bizim de üniversitelerimiz olsun" arzusu, sadece materyalist değil, aynı zamanda varoluşsal bir talepti.
O İlk Zafer Anının Büyüsü
3 Kasım 2002 gecesi, Türkiye'de sadece siyasal değil, psikolojik bir devrim yaşandı. Bu sadece bir partinin zaferi değildi; bu, bir dünya görüşünün, bir yaşam tarzının, bir kimliğin zaferiydi.
O gecenin sabahında kahvehanelerde ağlayan adamlar vardı. "Artık biz de varız" diyen nineler vardı. Başörtülü kızların gözlerindeki umut vardı. İmam Hatipli gençlerin yüzündeki gülümseme vardı.
Bu zafer, sadece sayısal değildi. Bu, sembolikti. Bu, "mağlubun" "galibe" dönüştüğü andı. İbn Haldun'un deyimiyle, güçlü asabiyenin zayıf asabiyeyi yendiği andı.
Ama İbn Haldun aynı zamanda uyarır: "Zafer, asabiyeyi güçlendirir ama aynı zamanda değiştirmeye de başlar."
Bölüm II: İktidarın Büyüleyici Sihri - Dönüşümün Başlangıcı
İlk Evre: Masumiyet ve Saflık Dönemi (2002-2007)
İbn Haldun'un birinci evresi "zafer ve kuruluş" evresidir. Bu evrede, asabiye henüz saftır, liderlik henüz mütevazıdır, hedefler henüz idealisttir.
2002-2007 arası AKP, bu evrenin mükemmel örneğidir. Erdoğan, henüz "halkın arasından çıkmış biri" görünümündedir. Çay ocaklarında oturuyor, mahalle aralarında yürüyor, sokak köpeklerini seviyordu. Söylemi sade, davranışları samimiydi.
O Günlerin Erdoğan'ı:
Televizyon ekranlarında onu izleyenler, "bizden biri" hissediyordu. Çünkü gerçekten de öyleydi. Dili, taşranın dili idi. Sorunları, halkın sorunları idi. Vaatleri, mağdurların umutları idi.
"Ben bir halkın adamıyım" derken, bu sadece slogan değildi. Bu, bir kimlik tanımlamasıydı. O dönemde Erdoğan, kendini halktan ayrı görmüyordu. Halkın acısını kendi acısı, halkın sevincini kendi sevinci olarak yaşıyordu.
Parti İçi Demokratik Ruh:
O dönemde AKP'de gerçek bir kolektif liderlik vardı. Abdullah Gül'ün diplomasi bilgisi, Bülent Arınç'ın hukuk deneyimi, Ali Babacan'ın ekonomi uzmanlığı, hepsi bir araya gelerek güçlü bir kadro oluşturuyordu.
Kararlar kolektif alınıyordu. Erdoğan, primus inter pares (eşitler arasında birinci) konumundaydı. Eleştiri kabul ediliyordu, farklı görüşler dinleniyordu, tartışma kültürü yaşıyordu.
Halkla İlişki:
En etkileyici yanı, liderlik-halk arasındaki mesafenin minimal olmasıydı. Erdoğan, Ankara'daki evinde yaşıyordu. Çocukları normal okullara gidiyordu. Eşi Emine Hanım, henüz bir "first lady" havası taşımıyordu.
Mitingler, henüz gösteriş unsuru değil, halkla buluşma vesilesi idi. Insanlar, lideri görmek için değil, onunla sohbet etmek için geliyordu. Ve lider de gerçekten dinliyordu.
İkinci Evre: Güçlenme ve Merkezileşme (2007-2013)
İbn Haldun'un ikinci evresi "istiklal ve tekelleşme" evresidir. Bu evrede lider, iktidarı kendi kontrolüne alır, diğer aktörlerin etkisini azaltır.
2007'deki 367 krizi, Erdoğan'ın liderliğinde bir dönüm noktası oldu. Bu kriz, ona "ben olmadan bu iş olmaz" duygusunu verdi. Ve bu duygu, zamanla "ben her şeyi daha iyi bilirim" duygusu haline dönüştü.
Liderliğin Kişiselleşme Süreci:
Bu değişimi görmek, acı vericiydi. Çünkü bu değişim, idealizmin pragmatizme, kolektifliğin bireyselliğe, mütevazılığın kibire dönüşüm süreciydi.
2007 öncesi Erdoğan "biz" dilini kullanıyordu: "Biz bu işi yapacağız", "Bizim projemiz şu". 2007 sonrası giderek "ben" diline geçti: "Ben söyledim", "Benim kararım şu", "Ben istemiyorum".
Bu sadece dilbilimsel bir değişim değildi. Bu, zihinsel ve duygusal bir dönüşümün işareti idi. Kolektif kimlik, yavaş yavaş bireysel kimliğe evriliyordu.
Ergenekon ve Balyoz: Paranoyya mı Gerçeklik mi?
Bu dönemde yaşanan Ergenekon ve Balyoz davaları, asabiyeyi güçlendiren faktör oldu. "Biz haklıyız, onlar bizi yok etmek istiyor" psikolojisi yaygınlaştı.
Bu davalar sırasında Erdoğan'ın söylemi sertleşti. "Bizim" karşısında "onlar" daha net şekilde tanımlandı. Muhalefet, artık sadece siyasal rakip değil, varoluşsal tehdit olarak algılanmaya başladı.
Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanlığı:
Gül'ün Cumhurbaşkanlığı'na seçilmesi, sembolik anlamda çok önemliydi. Bu, "bizim insanımızın" en üst makama çıkması demekti. Ama aynı zamanda, Erdoğan'ın party içindeki gücünün artması anlamına da geliyordu.
Gül'ün Çankaya'ya çıkması, Erdoğan'ın tek güçlü muhatabi kalmaması demekti. Ve Erdoğan bu durumdan rahatsız olmaya başladı. Çünkü artık iktidarın tadını almıştı ve paylaşmak istemiyordu.
Üçüncü Evre: Lüks ve Gösteriş Dönemi (2013-2018)
İbn Haldun'un üçüncü evresi "ferah ve lüks" evresidir. Bu evrede refah artar, gösteriş başlar, asabiye zayıflamaya başlar.
2013, AKP için kritik bir yıldı. Gezi olayları, asabiyenin doğasını köklü biçimde değiştirdi. Artık "kucaklayıcı" söylem yerine "ayrıştırıcı" söylem benimsenmeye başladı.
Gezi: Masumiyet Kaybının Anı
Gezi olayları sırasında Erdoğan'ın tavrı, onu tanıyanları şok etti. O güne kadar "halkın yanında" olan Erdoğan, ilk kez halkın bir kısmına karşı sert tavır aldı.
"Çapulcu" söylemi, sadece protestoculara değil, daha geniş bir kesime yönelikti. Bu söylem, "bizim halkımız" ile "onların halkı" ayrımını keskinleştirdi.
Bu andan itibaren Erdoğan, "tüm halkın lideri" olmaktan çıkıp "kendi tabanının lideri" olmaya doğru evrilmeye başladı. Bu, asabiyenin evrensel bir güç olmaktan çıkıp partisan bir güç haline dönüştüğü andı.
Cumhurbaşkanlığı Külliyesi: Kibrin Mimarisi
2014'te Cumhurbaşkanı olan Erdoğan'ın yaptırdığı Külliye, İbn Haldun'un tarif ettiği "gösteriş merakı"nın mükemmel örneğidir.
1150 oda, 250 milyon dolarlık maliyet, Versay Sarayı'ndan daha büyük alan... Bu sadece mimari değil, aynı zamanda psikolojik bir tercihti. Bu, "artık ben farklıyım" mesajıydı.
O mütevazı Ankara evinden bu görkemli saraya geçiş, sadece fiziksel değil, zihinsel bir yolculuktu. İbn Haldun'un deyimiyle, bu "bedevi" karakterden "hazeri" karaktere geçişin somut göstergesi idi.
Aile Faktörünün Öne Çıkması:
Bu dönemde Erdoğan ailesi, Türkiye'nin en görünür ailesi haline geldi. Eşi Emine Erdoğan, artık sadece "eş" değil, aktif siyasal aktör olmuştu. Çocukları Bilal, Esra, Sümeyye, kamu alanında görünür olmaya başladı.
En çarpıcısı, Berat Albayrak'ın hızlı yükselişi oldu. Erdoğan'ın damadı olarak, önce iş dünyasında sonra siyasette merkezi roller almaya başladı.
Bu, İbn Haldun'un uyardığı "nepotizm" eğiliminin başlangıcıydı. Güven problemi nedeniyle aile üyelerine güvenme, zamanla liyakat ilkesini zedelemeye başladı.
Dördüncü Evre: Taklit ve Nostalji (2018-sonrası)
İbn Haldun'un dördüncü evresi "kanaat ve taklit" evresidir. Bu evrede yaratıcılık kaybolmuş, yenilik yapma kapasitesi azalmıştır.
Cumhurbaşkanlığı Sistemi: Son Hamle
2017 referandumu ve 2018'de başlayan Cumhurbaşkanlığı sistemi, İbn Haldun'un bu evresinin belirtilerini taşıyordu. Bu sistem, yeni bir vizyon değil, eski güçlü dönemlerin taklit edilme çabası idi.
"Güçlü lider" obsesyonu, Putin modelini, Xi Jinping modelini taklit etme çabası olarak görülebilir. Bu, özgün çözümler geliştirememe, başkalarının başarılarını kopyalama eğiliminin göstergesi idi.
Osmanlı Nostaljisinin Siyasallaşması:
Bu dönemde Osmanlı referansları sıklaştı. Fetih Suresi okuması, Ayasofya'nın ibadete açılması, Osmanlı mimarisi vurgusu... Bunlar, geçmişin başarılarını taklit etme, o ruhu yeniden yaratma çabası olarak yorumlanabilir.
Ama bu nostaljik yaklaşım, geleceğe dönük vizyon eksikliğinin de işareti idi. İbn Haldun'un uyardığı gibi, geçmişe takılıp kalma, yaratıcılığın kaybının göstergesi idi.
2019 Mahalli Seçimler: İlk Büyük Sarsıntı
İstanbul ve Ankara'nın kaybedilmesi, asabiyedeki çatlakların gözle görülür hale geldiği an oldu. Özellikle İstanbul seçiminin iptali ve yenilenmesi, sonra yine kaybedilmesi, liderlik otoritesinde ciddi sarsıntı yarattı.
Bu yenilgi, sadece sayısal değildi. Bu, asabiyenin gücünün azaldığının, toplumsal desteğin erozyona uğradığının işareti idi.
Bölüm III: Unutmanın Trajedisi - Asabiyenin Çürüme Süreci
Nesil Değişimi: Yaşayanlar, Duyanlar, Bilenler
İbn Haldun'un en acı tespiti, "üç nesil kanunu"dur:
Birinci Nesil: Mücadeleyi yaşar, asabiyeyi kurar
İkinci Nesil: Asabiyeyi miras alır ama yaşamaz
Üçüncü Nesil: Asabiyeyi sadece duyar, yaşatamaz
AKP'de Birinci Nesil:
Erdoğan, Gül, Arınç, Şener... Bu insanlar, mücadeleyi yaşamışlardı. 12 Eylül'ü, 28 Şubat'ı, hapis deneyimlerini, dışlanmayı... Onlar için asabiye, yaşanmış gerçeklik idi.
Bu nesil için "dava", sadece siyasal proje değil, yaşam amacı idi. Onlar, bu dava için fedakarlık yapmışlar, bedel ödemişlerdi. Bu nedenle asabiye, onlarda güçlü ve samimi idi.
İkinci Nesil: Miras Alanlar:
Berat Albayrak, Bilal Erdoğan, Sümeyye Erdoğan... Bu nesil, mücadeleyi yaşamamış, asabiyeyi miras olarak almıştı. Onlar için bu, "aile mirası" idi.
Bu neslin sorunu, asabiyeyi yaşamamış olması idi. Onlar, iktidarın getirdiği imkanlarla büyümüşler, zorluklarını yaşamamışlardı. Bu nedenle asabiye, onlarda daha zayıf ve araçsal idi.
Üçüncü Nesil: Sadece Duyanlar:
2000 sonrası doğan kuşak, AKP'yi iktidarda görmüş nesil. Bu nesil için AKP, "doğal" iktidar idi. Mücadele hikayeleri, onlar için "efsane" niteliğinde idi.
Bu neslin en büyük sorunu, alternatifini bilmemesi idi. Onlar, sadece tek tip siyaset gördükleri için, eleştirel düşünce kapasiteleri kısıtlı kaldı.
Refah ve Rahatlığın Ruhu Nasıl Değiştirdiği
İbn Haldun, "refah ve rahatlık, asabiyeyi zayıflatır" der. Bu, AKP deneyiminde acı bir şekilde yaşandı.
Yaşam Standardı Değişimi:
2002'de Erdoğan, Ankara'da orta sınıf bir evde yaşıyordu. Çocukları devlet okuluna gidiyordu. Ailece mütevazı bir yaşam sürüyorlardı.
2014'te Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'ne taşındığında, yaşam standardı radikal biçimde değişti. Özel jet, lüks arabalar, görkemli törenler... Bu sadece protokol gereği değil, aynı zamanda zihniyet değişiminin göstergesi idi.
Çocuklarda Değişim:
En acı nokta, çocukların değişimi oldu. Erdoğan'ın çocukları, yurt dışında eğitim aldı, elit çevrelerde yetişti, farklı bir dünyaya ait hale geldi.
Bu çocuklar artık, babalarının yaşadığı mağduriyeti anlayamıyordu. Onlar için başörtüsü sorunu, "geçmişte yaşanmış bir hikaye" idi. İmam Hatip dramı, "anlattılan bir efsane" idi.
Sosyal Çevrenin Değişimi:
İlk dönemde Erdoğan'ın sosyal çevresi, mahalle arkadaşları, eski futbol arkadaşları, parti kurucuları idi. Zamanla bu çevre değişti.
Artık iş adamları, büyükelçiler, devlet başkanları çevresinde idi. Eski dostları, "protokol" nedeniyle uzak kaldı. Bu değişim, perspektifini de değiştirdi.
Kurumsal Yapının Asabiyeyi Nasıl Öldürdüğü
İktidarın kurumsal yapıları, asabiyeyi değiştiren güçlü faktörlerdir.
Hiyerarşinin Yaratılması:
İlk dönemde AKP, yatay örgütlenmeye sahipti. Herkes herkesle konuşabilir, fikrini söyleyebilirdi. Zamanla bu yapı, dikey hiyerarşiye dönüştü.
Protokol kuralları, makam arabaları, özel güvenlik, resmi törenler... Bunlar, liderle halk arasındaki mesafeyi artırdı. İbn Haldun'un deyimiyle, "hazeri" yaşam tarzı benimsenmeye başladı.
Bürokrasinin Etkisi:
İktidar, bürokrasi yaratır. Ve bürokrasi, spontaneliği öldürür. İlk dönemde Erdoğan, sokağa çıkıp insanlarla sohbet edebilirdi. Zamanla bu, güvenlik protokolü nedeniyle imkansız hale geldi.
Bu sadece fiziksel bir sınırlama değildi. Bu, zihinsel bir değişimin de başlangıcı idi. Halkla doğrudan temas kuramama, perspektifi değiştirdi.
Danışman Kültürünün Gelişmesi:
İlk dönemde Erdoğan, kendi deneyimleriyle karar veriyordu. Zamanla etrafında danışmanlar toplandı. Bu danışmanlar, gerçekliği "filtreleyerek" aktarmaya başladı.
Bu filtreleme süreci, liderin gerçekle temasını zayıflattı. Artık halkın gerçek nabzını tutamaz hale geldi. Bu, yanlış kararların alınmasına neden oldu.
Bölüm IV: Ekonominin Dili, İnsanın Ruhu
İbn Haldun'un İktisat Felsefesi ve Modern Türkiye
İbn Haldun, sadece sosyolog değil, aynı zamanda ekonomisttir. Onun iktisadi teorileri, Adam Smith'ten 400 yıl önce formüle edilmiş olmasına rağmen, şaşırtıcı derecede moderndir.
"İnsan Emeği Olmaksızın Servet Elde Edilemez"
Bu ilke, AKP'nin ilk döneminde uygulandı. 2002-2008 arası dönemde, gerçek üretimi artırıcı, istihdam yaratıcı yatırımlar yapıldı. Ekonomi, emeğe dayalı büyüdü.
Ama 2008 sonrasında bu değişti. Büyük projeler, prestij yapıları, gösterişli yatırımlar ön plana çıktı. Ekonomi, emekten ziyade sermayeye dayalı hale gelmeye başladı.
"Hükümdar Ticaret Yaparsa Tüccarları Batırır"
İbn Haldun'un bu uyarısı, zamanla gerçekleşmeye başladı. Devletin ekonomideki rolü arttıkça, özel sektörün alanı daralıacak başladı.
Özellikle büyük altyapı projelerinde devletin doğrudan aktör olması, özel sektörün girişimcilik kapasitesini zayıflattı. Piyasa mekanizmaları yerine siyasal kararlar öne çıkmaya başladı.
Kayırmacılık Ekonomisinin Doğuşu
İbn Haldun, iktidarın zamanla "kendine yakın olanları kayırma" eğilimine gireceğini öngörür. Bu, Türkiye'de acı bir şekilde yaşandı.
İhale Sistemi ve Yakınlık İlişkileri:
İlk dönemde kamu ihaleleri, şeffaf ve rekabetçi kurallara göre yapılıyordu. Zamanla bu sistem, "güvenilir" firmalara kayırmacı bir hal aldı.
Büyük projelerin önemli kısmı, belirli firmalar arasında paylaşılmaya başladı. Bu firmalar, sadece teknik yeterlilik değil, siyasal güvenilirlik kriteriyle seçilmeye başladı.
Aile Şirketlerinin Yükselişi:
En çarpıcı örnek, Berat Albayrak'ın Çalık Holding'deki deneyimi oldu. Erdoğan'ın damadı olarak, hem iş dünyasında hem siyasette hızla yükseldi.
Bu durum, liyakat ilkesini zedeledi. Artık "neyi bildiğin" değil, "kimi tanıdığın" önemli hale gelmeye başladı.
Medya ve Kayırmacılık:
Medya sektöründeki değişim, en dramatik örneklerden biri oldu. İktidarla uyumlu medya organları kayırılırken, eleştirel medya ekonomik baskılarla karşılaştı.
Bu durum, medya pluralizmini zedeledi. Aynı zamanda bilgi edinme hakkını da sınırladı.
Enflasyon ve Toplumsal Adalet
İbn Haldun, "adil olmayan vergi politikaları toplumsal adaletsizlik yaratır" der. Bu uyarı, son yıllarda acı bir şekilde yaşandı.
Dolaylı Vergilerin Artışı:
AKP döneminde dolaylı vergilerin payı sürekli arttı. KDV, ÖTV gibi vergiler, tüm gelir gruplarından aynı oranda alındığı için, düşük gelir grupları daha fazla etkilendi.
Bu durum, gelir dağılımını olumsuz etkiledi. "Adalet ve kalkınma" sloganıyla başlayan süreç, zamanla adaletsizlik yaratan bir hal aldı.
Enflasyonun Sosyal Etkisi:
Son yıllarda yaşanan enflasyon artışı, özellikle düşük gelir gruplarını vurdu. Temel gıda fiyatlarındaki artış, "sosyal devlet" ilkesiyle çelişkili bir durum yarattı.
İbn Haldun'un uyardığı gibi, "halkın refah seviyesi düştüğünde asabiye zayıflar". Bu durum, AKP'nin toplumsal desteğinde erozyona neden oldu.
Bölüm V: Toplumsal Ruhun Değişimi - Sosyal Psikolojinin Trajedisi
Taklitçilik Kültürünün Yayılması
İbn Haldun'un "Halk, hükümdarın dini üzere olur" ilkesi, sosyal öğrenme teorisinin 650 yıl önceki versiyonudur. AKP döneminde bu durum çarpıcı şekilde yaşandı.
Liderlik Tarzının Topluma Yansıması:
İlk dönemde Erdoğan'ın mütevazı tarzı, topluma da yansıdı. İnsanlar, basit yaşamı değerli buldu, gösterişten uzak durdular.
Zamanla liderlik tarzı sertleştikçe, toplumda da sertlik arttı. Hoşgörü azaldı, polarizasyon arttı. "Bizim gibi düşünmeyen yanlıştır" mantığı yaygınlaştı.
Söylem Tarzının Değişimi:
İlk dönemde kullanılan "kucaklayıcı" dil, zamanla "ayrıştırıcı" dile dönüştü. "Hepimiz bu ülkenin çocuklarıyız" yerine "Biz ve onlar" ayrımı geldi.
Bu değişim, toplumsal diyalog kültürünü zedeledi. İnsanlar, farklı düşünenleri dinlemek yerine, onları susturmayı tercih etmeye başladı.
Grup Psikolojisinin Yıkıcı Gücü
İbn Haldun, grup psikolojisinin bireysel aklı nasıl etkisizleştirdiğini analiz eder. Bu durum, AKP tabanında da yaşandı.
Eleştirel Düşüncenin Azalması:
İlk dönemde AKP tabanı, liderlik kararlarını sorgulayabiliyordu. Zamanla bu kapasite azaldı. "Lider bilir", "Biz anlamayız" düşüncesi yaygınlaştı.
Bu durum, demokrasi kültürünü zedeledi. Çünkü demokrasi, eleştirel düşünce gerektirir.
İçgrup-Dışgrup Ayrımının Keskinleşmesi:
Zamanla "bizden olan" ve "bizden olmayan" ayrımı keskinleşti. "Bizden olmayanlar", otomatik olarak "düşman" kategorisine konulmaya başladı.
Bu yaklaşım, toplumsal birlikteliği zedeledi. Aynı ülkede yaşayan insanlar, birbirini "yabancı" görmeye başladı.
Konformizm Kültürünün Gelişmesi:
Parti içinde ve tabanında "evet efendim" kültürü yaygınlaştı. Farklı düşünce belirtmek, "sadakatsizlik" olarak algılanmaya başladı.
Bu durum, yaratıcılığı öldürdü. Yeni fikirler üretilmez, eski başarılar tekrarlanmaya çalışılır hale geldi.
Bölüm VI: Uluslararası Yalnızlık - Dış Dünyanın Kaybolması
"Değerli Yalnızlık" mı, Gerçek İzolasyon mu?
İbn Haldun, devletlerin "aşırı genişleme" eğilimine girdiğinde kapasitelerini zorladığını ve zamanla güçlerini kaybettiğini söyler.
İlk Dönem: "Dünyayla Entegrasyon"
2002-2009 arası dönemde Türkiye, dünya ile entegrasyon politikası izledi. AB üyeliği süreci, NATO ittifakı, uluslararası kuruluşlarla işbirliği öne çıktı.
Bu dönemde Türkiye, "model ülke" olarak görülüyordu. Demokratikleşme deneyimi, ekonomik başarısı, bölgesel istikrar için önemli rol oynadığı kabul ediliyordu.
İkinci Dönem: "Bölgesel Güç" İddiası
2009 sonrası dönemde Türkiye'nin dış politika vizyonu değişti. "Bölgesel güç" olma hedefi öne çıktı. Bu, daha iddialı bir dış politika demekti.
Arap Baharı sürecinde aktif rol alma, Suriye'ye müdahale, Libya'daki varlık, Doğu Akdeniz'deki duruş... Bunlar, artan iddia seviyesinin göstergeleriydi.
Üçüncü Dönem: "Kuşatılmışlık" Sendromu
2016 sonrası dönemde, özellikle 15 Temmuz sonrasında, "kuşatılmışlık" sendromu gelişti. Türkiye, kendini "tüm dünyaya karşı" mücadele eden ülke olarak tanımlamaya başladı.
"Biz kendi değerlerimizle ayakta duracağız", "Değerli yalnızlığımız var" söylemleri, izolasyonu meşrulaştırma çabası olarak görülebilir.
Batı İttifakından Uzaklaşma
AB Süreci: Rüyadan Kabuya
İlk dönemde AB üyeliği, AKP'nin temel hedeflerinden biriydi. Bu hedef, hem toplumsal modernleşme hem de uluslararası meşruiyet sağlıyordu.
Zamanla bu süreç tıkandı. Bunun nedenlerini sadece AB'de aramak doğru değil. Türkiye'nin iç dinamiklerindeki değişim de bu süreci olumsuz etkiledi.
İnsan hakları, basın özgürlüğü, yargı bağımsızlığı konularındaki gerileme, AB ilişkilerini zedeledi. Bu durum, "dış kaynaklı sorun" olarak algılandı ama aslında iç dinamiklerin sonucu idi.
NATO İttifakında Gerilim
Türkiye'nin Rusya'dan S-400 sistemleri alması, NATO ittifakında ciddi gerilime neden oldu. Bu, sadece teknik değil, aynı zamanda stratejik tercih meselesi idi.
Bu karar, "bağımsız dış politika" olarak sunuldu ama uzun vadeli sonuçları ağır oldu. F-35 programından çıkarılma, teknoloji transferi yasakları gibi bedeller ödendi.
Yeni İttifak Arayışları
Rusya ile Yakınlaşma
Batıyla ilişkiler bozuldukça, Rusya ile yakınlaşma arttı. Enerji işbirliği, Suriye'de koordinasyon, ekonomik ilişkiler gelişti.
Ama bu yakınlaşmanın sınırları var. Çünkü Rusya ile Türkiye'nin çıkarları her konuda örtüşmüyor. Ukrayna krizi, bu sınırları gösterdi.
Çin Faktörü
Son yıllarda Çin ile ilişkiler de gelişti. Kuşak ve Yol projesi, teknoloji işbirliği, ekonomik ortaklıklar... Bunlar, çok kutuplu dünya görüşünün yansıması.
Ama Çin modeli, Türkiye'nin demokratik gelenekleriyle uyumlu değil. Bu durum, uzun vadede sorunlar yaratabilir.
Bölüm VII: Gelecek Senaryoları - İbn Haldun'un Öngörüleri
Beşinci Evre Riski: "İsraf ve Çürüme"
İbn Haldun'un beşinci evresi "israf ve çürüme" evresidir. Bu evrede devlet tamamen çürümüştür, adalet kaybolmuştur, halk devletten soğumuştur.
Türkiye Bu Evreye Girdi mi?
Henüz tam olarak girmedi ama işaretler var:
Ekonomik krizin derinleşmesi
Toplumsal kutuplaşmanın artması
Kurumsal güvenin azalması
Gençlerin gelecek kaygısı
Beyin göçünün hızlanması
Bu Evreye Geçişi Engelleyecek Faktörler:
Türkiye'nin güçlü kurumsal temelleri
Dinamik toplumsal yapısı
Genç ve eğitimli nüfusu
Güçlü sivil toplum geleneği
Demokrasi kültürünün köklü olması
Döngüyü Kırma İmkanı: İbn Haldun'un Ötesine Geçmek
İbn Haldun'un teorisi deterministik değildir. Modern dünya, bu döngüyü kırma imkanına sahiptir.
Kurumsal Güçlendirme:
Güçlü demokratik kurumlar, asabiye döngüsünü yavaşlatabilir:
Anayasal güvenceler
Yargı bağımsızlığı
Medya pluralizmi
Sivil toplum özgürlüğü
Toplumsal Bilinç:
Eğitimli toplum, döngünün farkında olabilir:
Eleştirel düşünce eğitimi
Medya okuryazarlığı
Tarih bilinci
Demokratik değerler eğitimi
Siyasal Kültür:
Olgun siyasal kültür, döngüyü engelleyebilir:
Hesap verebilirlik
Şeffaflık
Participasyon
Tolerans
Umudun Temelleri
İbn Haldun'un teorisine rağmen, umut var. Çünkü:
İnsan İradesi: İnsanlar, bilinçli tercihlerle tarihi değiştirebilir.
Kurumsal Mekanizmalar: Modern demokratik kurumlar, döngüyü kontrol altında tutabilir.
Toplumsal Öğrenme: Toplumlar, deneyimlerinden ders çıkarabilir.
Teknolojik İmkanlar: Modern iletişim teknolojileri, bilgilenmeyi artırır.
Küresel Entegrasyon: Uluslararası normlar, iç dinamikleri etkiler.
Sonuç: Aynada Gördüğümüz İnsan
İbn Haldun'un hikayesi, sadece AKP'nin hikayesi değildir. Bu, iktidarın insan ruhunda yarattığı değişimin evrensel hikayesidir. Bu, hepimizin hikayesidir.
Çünkü hepimiz, küçük ölçekte de olsa, iktidar deneyimi yaşarız. Ailede, işyerinde, sosyal çevrede... Ve hepimiz, iktidarın büyüleyici etkisini hissederiz.
İbn Haldun'un en önemli uyarısı şudur: "İktidar, en iyi niyetli insanları bile değiştirebilir." Bu uyarıyı ciddiye almalıyız.
AKP'nin hikayesi, "onların" hikayesi değil, "bizim" hikayemizdir. Çünkü o hikayede, hepimizin potansiyel geleceği var.
Erdoğan, 2002'de kötü biri değildi. O, samimi, idealist, mağdur bir insandı. Ama iktidar onu değiştirdi. Ve bu değişim, hepimiz için mümkündür.
Bu nedenle, bu hikayeyi "ders alarak" okumalıyız. Bu hikaye, "onları" yargılamak için değil, "kendimizi" korumak için yazılmıştır.
İbn Haldun, 650 yıl önce şunu söylemişti: "İnsanlar tarihten ders almazlar, bu yüzden tarih tekerrür eder."
Acaba biz ders alabilecek miyiz?
Bu sorunun cevabı, Türkiye'nin geleceğini belirleyecek. Ve bu cevabı verecek olan, hepimiziz.
Son Söz: Tarih, insanlara ibret için anlatılır. İbret almak, insanlığın en yüce özelliklerinden biridir. İbn Haldun'un hikmeti, bugün de geçerli: "Akıllı insan, başkasının deneyiminden ders alır."
Bu deneyimi, ders almak için kullanalım. Çünkü unutmak kolay, hatırlamak zor. Ve tarih, unutanları affetmez.